Tecrübeli hayatlar annenin çocuk
üzerindeki etkisinin babaya oranla daha fazla olduğunu söylüyor.
Aymü Martin
anlatıyor:
Madam
Campon ile yaptığı bir konuşma sırasında Napolyon Bonapart şöyle diyordu: “Eski
öğretim sistemlerinin bir değeri olmadığı anlaşılıyor. O halde halkın gereken
biçimde eğitilebilmesi için ne yapılmalıdır?” Madam Campon «anneler» diye cevap
vermiş, cevap İmparator üzerinde şok etki yapmıştı. Napolyon, “Evet işte bir
kelime ile ifade edilen bir eğitim sistemi. O halde çocuklarını eğitecek
anneleri yetiştirmek sizin göreviniz olsun demişti.”
Toplumu
idare eden zararlı veya yararlı prensiplerin bütün kaynağı ailedir.
İlk
gülüşün, ilk ağlayışın, ilk kuralın, ilk kanunun, ilk sevginin, ilk bilginin,
ilk tecrübenin olduğu ve yaşandığı yer ailedir.
En akıllı
insan dahi ana kucağında çevrenin kötü tesirlerinden korunmuştur. Dokuz aydan
önce, bizim oksijen dediğimiz ortamın zararından ana karnında muhafaza olan
bebek, çocukluk evresinde 19 yıl annesi tarafından gözü gibi bakılır. Anneler
çocuklarının eğitimine “ana karnında” başlarlar. Onun için ne gibi güzellikler
yapabileceklerini planlarlar. Dünyaca ünlü Türk yazarımız Aziz Nesin annesi
sayesinde başarılı olduğunu bakın nasıl anlatıyor:
Annem ölüm
döşeğindeyken ben okuduğum yatılı okuldan çoktan kaçmıştım. Ama bunu annemde
babamda bilmiyordu.
Ölümünden
üç gün öncesinden, beni annemin yanına sokmuyorlardı. Ölümünden bir gün
önceydi, annemin yattığı odanın kapısından içeride konuşulanları dinliyordum.
Annemin şu
sözlerini duydum:
— Oğlum yatılı okulda ya, artık
gözlerim açık gitmeyeceğim.
Oysa ben
bir okul kaçağıydım. Parasız yatılı okuldan kaçmıştım. Annemin bu sözlerini
duyunca ağlayarak evden çıktım. O zaman 11 yaşındaydım. Ertesi gün annem öldü.
Sesi hep kulağımdaydı… “Oğlum yatılı okulda ya, artık gözlerim akıl
gitmeyeceğim”
Okumamın
tek vesilesi annemin bu sözleriydi. Bütün hayatımda annemin duyabildiğim bu
sözleri kulağımdan hiç eksilmedi. Hep onun bu sözlerini düşündüm. Yalnız bunun
için okudum. Okula gitmenin yollarını aradım. Onun sözleri beni kamçıladı.
Yoksa okul kaçkını 11 yaşındaki ben bir daha hiç okula gidecek değildim. Beni
okula göndermeye zorlayacak kimse de yoktu, yoksulduk.
Bugünkü
başarımı anneme, özelikle annemin duyduğum bu son sözlerine borçluyum, Allah
rahmet etsin.
Aziz Nesin
yine kadının önemine dikkat çekerken onu bir “anne” olarak başköşeye oturtuyor:
“Türkçedeki
“köşe” sözcüğünün kökeni Farsça “gûşe”dir. Osmanlıcada “kûşe”, Türkçede köşe
olmuş. Sonraları “köşe”den atasözü değerinde uyaklı sözler üretmişiz: “Dükkânın
köşesi, odunun meşesi, kadının Ayşe’si…” Kadının Ayşe’si dedikse bildiğimiz
ayşekadın değil elbet, peygamber efendimizin Ayşe’si olacak.”
Peygamber
efendimizin (S.A.V) çok kıymetli eşleri tam bir anne idi. Mübarek anneler,
çocuklarını nasıl eğitim vereceklerini bilmişler, yeryüzüne hayırlı nesiller yetiştirmişlerdir.
İnançlı devlet
adamı Mustafa Kemal Atatürk onca eziyet çekerek milletine faydalı olabilmişse,
bunu maneviyatı güçlü mübarek annesi Zübeyde Hanım Efendi’ye borçludur. Zira
okul yıllarında onu gözlemiş, kan çanağına dönen gözlerden yaşlar boşalırken
Mustafa’sını tutuklandığında dahi yalnız bırakmamaya çalışmış, Atatürk
İngilizlerin fitnesiyle zindan köşelerinde bedenen rahatsız bir şekilde ömür
tüketirken sevgili annesi her fırsatta, “Mustafa’ma bir şey oldu mu?” diyerek
gözyaşı döküyordu.
Bir anne
çocuğunu hangi yaşta terbiye etmeye başlaması gerektiğini bir imam efendiye
sorar. İmam efendi de çocuğun yaşını sorar:
—Çocuğunuz kaç yaşında
hanımefendi?
Kadın 4
yaşında olduğunu söyler. İmam efendi hafif tebessüm ederek şu cevabı verir.
“Hanım
efendi 4 yıl gecikmişsiniz. Çocuğunuzun yüzünde ilk gülümsemeyi gördüğünüz
andan itibaren onun eğitimine başlamalıydınız.”
Çocukların
eğitimi ve başarılı olmaları için babanın omuzlarında ağır sorumluluklar
vardır. Fakat baba daha çok olayın maddi yönüyle ilgilenir. Bu açıdan babaların
ellerinden ne kadar öpsek azdır. Burada dikkat edilmesi gerek nokta, çocuğun
özellikle anneyle birlikte daha fazla zaman geçirdiğidir. Hâl böyle olunca
anneye daha çok görev düşüyor. Annenin çalışıyor olup olmaması apayrı konu.
Çalışıyor olsa da çocuklarla en fazla ilgilenmesi gereken aile bireyi her zaman
için “Anne”dir.
Anne Çoçuğa Ne Öğretir
Annenin
çocuk üzerinde ki etkisi akla geldiğinde öğretimden ziyade (matematik, fen v.s)
eğitim düşünülmelidir. Bir anne babanın çocuğuna vereceği tek şey eğitimdir.
Çocuğun sosyal yaşamla ilgili soracağı her şey eğitime yöneliktir.
Çocuk
karakterinin özünü babasından alırsa da, annesinden alacağı büyük oranda
bireysel ve sosyal sıcaklık sayesinde başarılı, mutlu ve huzurlu olur.
“Çocuk
insanoğlunun babasıdır” sözünü tüm anneler bilmelidir.
Milletlerin
akıbetlerini kitap sayfalarından öğreniriz. Nice topluluklar ahlâksızlıkları
yüzünden mahvolmuşlardır. Aileler okumak zorundadırlar, her şeyi değil ama
kendilerine ve çocuklarına gerekli malzemeleri okumak zorundadırlar.
Toplumların
çöküşünün sebebi bencillik, devlet malını gasp, edepsizlik, maneviyatsızlıktır.
Burton çok güzel söylüyor: “Dürüst olarak yapılan bir işte bir damla ter
dökecek yerde bin damla kan dökmeyi tercih ederler”
Bir ülkenin
büyüklüğü topraklarının genişliğiyle ölçülmemelidir, halkın karakteriyle
ölçülmelidir. Birçok milletler çocuklarının faziletinden dolayı zengin
olmuştur. Ahlâkı bozuk bireylerden medeniyet kurulamaz. Yüksek medeniyet gibi
görünen ahlâksız toplumlar küçük bir felakette tarumar olur. Bir milletin
çocukları kendilerini düşünen, sadece zevk ve eğlence sahibi anne babaların
çocuklarıysa o milletin sonu parçalanmaktır. Milli karakterini kaybeden
nesiller başkalarının kölesi olurlar. Doğruluk, dürüstlük, adalet, edep gibi
değerlere gereken önemi vermeyen aileler, çocuklar, gençler, yaşlılar nasıl
huzurlu yaşayabilirler.
Bir ülkede
dedikodu ve boş lakırdı almış başını yürümüşse, para bütün değerlerin üzerine
çıkıp ahlâkı bozmuşsa, israf ve lükse düşkünlük artmışsa, saygı, sadakat, vefa
kalmamışsa, böyle bir karanlığın içerisinde namuslu insanlar ellerini birbirine
kavuşturmalıdırlar, bu insanların tek gayesi kaybolan değerlerini canlandırmak
olmalıdır.
Sevgili
Anneler! Çevrenizde maneviyatsızlık propagandası yapanlara müsaade etmeyiniz.
Çünkü maneviyatı çökmüş toplumun her şeyi çöker. Maneviyat demek dayanışma
demektir. Manevi güçten mahrum yetiştirilen çocuk anneyi de tanımaz babayı da.
Manevi ve aile birliği değerlerinde zayıf insanların arasına, (bu insanlar
yetişkin veya küçük olsun) kesinlikle çocuğunuzu sokmayınız.
Unutmayınız
ki, öncelikli olarak çocukların matematiğe, fene değil, ahlâk ve erdem
coşkusuna ihtiyacı var. Öğretime dayanan derslerde çocuk nihayetinde bunları
kavrar, belli düzeyde kendisini başarıya götürecek şekilde öğrenir. Ancak
ahlâki değerleri belli bir zaman içerisinde almayan çocuk ileriki zamanlarda bu
değerleri kazanamayabiliyor. Çocuğun artık kendi ahlâki değerleri oturmuş
oluyor.
Kendimi
örnek vermem gerekirse ilkokul 5. sınıfta 15’i 5’e bölemiyordum. Fakat manevi
ve vicdani terbiyemi gerek ailemden olsun, gerek komşumdan olsun, gerek
alışveriş yaptığımız insanlardan olsun (Ali Osman Turgut, Halis Kınçak v.s)
alıyordum, bu yönden şanslıydım. İlkokulda başarılı değildim, ortaokulda yedi
zayıfım gelmişti, lisede dört zayıfım gelmişti ama kayıtsız bir öğrenci de
değildim. Sonra ne mi oldu?
Liseyi
bitirdikten iki yıl sonra üniversite sınavlarında başarılı oldum. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni kazandım. Ardından İstanbul Üniversitesi
İktisat Fakültesi’nde “İnsan Gücü Planlaması ve Eğitim” üzerine Master (Yüksek
Lisans) sınavlarına girdim ve kazandım, başarılı oldum, yüksek lisanstan da
mezun oldum.
Bana
bunları yapma gücü veren şey zekâm ve derslerden anlamam değildi, çünkü zekâm sadece
orta düzeydeydi, dersleri ise ancak orta düzeyin altında anlayabiliyordum.
Bana
bunları yapma gücü veren şey sabrım, kötü yerlerden, arkadaşlardan uzak durmam,
istekli olmam ve huzurlu olmamdı, tüm bunların kişiliğimde yer etmesini
sağlayan tek şey ise ahlâk ve maneviyat yönünden aldığım terbiyeydi.
O halde
bana başarılı olma gücü veren tek şey, inanç, maneviyat ve bunların bende
oluşturduğu Ruhsal Zekâm idi. (Bakınız: Akşam Gazetesi’nin verdiği Ruhsal Zekâ
isimli kitabım. Kitapçılarda da mevcut)
Bazı
uzmanlara göre çocuk bir buçuk ile iki buçuk yaş arasındaki süre içinde,
ruhsallığıyla birçok şeyi algılamakta, algıladığı olaylar, kötü veya iyi, onun
üzerinde şimdiden izler bırakmaktadır. İlk kıvılcım çocukluk devresinde
tutuşur. Çocuklukta görülenler alınıyor ve unutulmuyor. Ünlü edebiyatçı şair
Scoot’un yazı ve edebiyata olan ilgisi okuma yazma bilmeden önce başlamış. Bir
çocuğun edebiyata olan ilgisi nasıl olur da okuma yazma öğrenmeden başlar?
Erdem ve
bilgeliğiyle tanınan İngiliz yazar Samuel Mile taktir ettiğim ve severek
okuduğum yazardır. Edebiyatçı şair Scoot’la ilgili şunları anlatıyor:
“Annesiyle
büyük annesinin her gün ezberden okuduğu şiirler Scoot’ta edebiyat sevgisinin,
yazı zevkinin uyanmasına vesile olmuştur. Çocukluk devresi, ilk verilen
şekilleri sonradan yansıtan ayna gibidir. Her şeyi ilk anlatacak olanda
annelerdir.”
İnsan
hayatı bir eğitim kurumudur. Bu yüzden ilk eğitimcinin (Anne) verdiği bilgi ve
sergilediği davranış sonraki eğitimcilerden daha etkili kalacaktır. Nasıl ki
ilkokul öğrencisi için öğretmeni, diğer gelecek lise ve ortaokul
öğretmenlerinden daha unutulmaz ise ilk eğitimci olan anne de böyledir, çocuk
her zaman için onu taklit eder, onun vereceklerini reddetmez. Bu açıdan,
anneler çocuklarının başarısı için onları maddeye yönlendirmekten çok,
kendilerini tanımaya, ruhsallıklarını canlandırmaya yöneltmelidir. Her çocuğun
devamlı olarak önündeki örnek annesidir. George Herbert, “İyi bir anne yüz
öğretmene bedeldir, bütün kalpleri çeken bir mıknatıs ve bütün gözlere yol
gösteren çoban yıldızıdır” diyor.
Çocuğuna,
kendileri için evde yok dedirten bir annenin söyledikleri hiçbir değer ifade
etmez.
Anne Ve Karekter
İngiltere’nin
kalkınmasında büyük rol sahibi olan düşünür ve yazarların hepsi de “aile”
kurumuna büyük önem vermişler. Yazılarında İngiliz ailelerine fazilet ve
ahlâktan bahsetmişler. Milletin, devletin kutsallığından bahsetmişler.
Maneviyatın gücünü anlatmışlar. Hollandalı, İsviçreli, Almanyalı yazar ve
düşünürler de kendi vatandaşlarına aynı mesajı vermişler. Ülkelerinin ahlâk,
erdemlilik, inanç ve maneviyatla kalkınabileceğini yazmışlardır. Ben,
komünizmi, herhangi kör bir ideolojiyi, Allah’ın yokluğunu ispat etmeyi, Stalin
ve Marksın toplumların içine kargaşa sokucu fikirlerini savunan ve anlatan yazar
(!) ve bir gelişmiş, kalkınmış ülke yazarı, yazılarında Markstan, ateistlikten,
inançsızlıktan, maonun, Stalinin, komünizmin veya çarpık herhangi bir
ideolojinin savunusunu yapıp, örneklemede bulunmaz. Gelişmiş ülke yazarları
faziletten, bilgelikten, maneviyattan, ailenin öneminden bahseder, toplumsal
mesajlar verirler. İşte anneler çocuklarının eğitiminde ve başarılarında buna
dikkat etmeliler. Anneler kendilerini fikirsel açıdan yetiştirmeli, fazilet
açısından yetiştirmeli ve elde ettiklerini çocuklarına öğretmeliler. Ülkesi ve
milleti için en ön saflarda fedakârca mücadele etmiş insanların yaşam
öykülerini çocuklarına anlatmalılar, insanları katledenleri değil, toplumsal
kargaşa yaratıp ailenin kutsallığının yok olmasına çalışan kötüleri değil…
İngiliz
yazar Samuel Mile güzel söylüyor:
“Karakter,
başkalarının yaptıklarını aynen yapmak suretiyle, yavaş yavaş ve farkına
varmadan, ama sonunda kesin olarak biçimlenir. Birçok hareketler önemsizmiş
gibi görülebilir, ama ne çare ki, günlük hayatta aralıksız sürüp giden
hareketler işte bunlardır. Bunlar düşen kar lapalarına benzerler. Bunların ne
olduğunun kimse farkında değildir. Yağan karın yerde meydana getirdiği
değişiklik önce pek hissedilmez, ama kar yığınları sonradan çığ haline gelir.
Tekrarlanan hareketlerde böyledir, biri öbürünü kovalar, sonunda alışkanlık
haline gelir ve böylece karakter iyi ya da kötü yönde oluşur.”
“Annenin
çocuk üzerindeki etkisi babanın etkisinden çok daha fazla olduğu içindir ki,
annenin evde iyi bir örnek oluşu daha büyük bir önem taşır. Bunun neden böyle
olduğunu anlamakta kolaydır. Ev, kadının hâkim olduğu alandır, kadının
ülkesidir. Evin idaresi tamamen ona aittir. Onun, evde bulunan küçükler
üzerindeki hâkimiyeti mutlak olduğu için fazilete ve aile halkına önem vermesi
gerekir. Anne, ömürleri boyunca çocuklarının içinde yaşar. Annenin alışkanları
çocuğun alışkanlıkları haline gelir.”
“Annedeki
sevgi bir Allah sevgisidir. Etkisi evrenseldir. Bu etki, insanoğlunun ilk
hayata girdiği andan başlayan eğitimi ile bütün ömrü boyunca sürer. Çocuk
hayata atıldıktan sonra güçlüklerle karşılaşıp da üzüntüye kapılınca, teselli
bulmak için yine de annesine gider. Annenin çocuklarına aşıladığı saf ve iyi
fikirler, anne öldükten yıllarca sonra bile etkisini sürdürür. İnsan karakterine
biçim verip, terbiye eden annedir.”
Samuel
Mile, yukarıdaki ifadelerinde aslında annenin çocuğa öğretmesi gerekenleri
anlatıyor. Anne kendi büyüklüğünün farkında olmalı ki, işte büyüklüğünün
tohumlarını çocuklarına serpsin.
Çocuğun Başarısı İle İlgili Anne Babanın Rolünü Yansıtan Gerçek Yaşam Öyküleri
Ne Diyor?
Saint Augustine’nin ailesi
fakirdi. “Acılar İçinde Başarıyı Yakalayanlar” isimli kitabımda bu
şahsiyetlerden uzun uzun bahsettim. Augustine’nin babası oğluna başarısı için
kıymet veriyor, ve onun zekâsını her yerde överek anlatıyordu. Baba, çocuğunun
özellikle başarılarının üzerinde yoğunlaşıyordu. Anne Monika ise saliha bir
kadındı. Oğlunun her şeyden önce iyi bir insan olmasını arzu ediyordu. Oysa
oğlu, evet başarı üzerinde gidiyor gibi görünüyordu ama, ahlâk hiç de iyi
değildi. Zavallı anne durmadan oğluna dua ediyor, nasihatler veriyordu. Onun
doğru yola girmesi için hep Allah’a yalvarıyordu. Sonunda anne kalbi üstün
gelmiş, merhamet gözyaşları Yaratıcının bereket havuzuna damlamıştı. Sabrın ve
iyi kalpliliğin mükâfatını gören Anne Monika oğluna sonsuz bir sevgiyle bağlı
olarak onu yalnız bırakmamış, peşinden, tıpkı Atatürk’ün annesi Zübeyde hanımın
Atatürk tutuklanınca peşinden İzmir’e gitmesi gibi, Milano’ya gitmişti. Fakat
zavallı kadın orada öldü. Anne Monika öldüğü zaman Augustine 33 yaşındaydı. Ona
ahlâki telkin ve tavsiyelerini çocukken verdiği için, oğlu bu yaşlarda yönünü
iyiye ve fazilete çevirmişti.
Augustine,
eğer başarısıyla kalsaydı sadece, belki de toplumlara hiçbir faydası
olmayacaktı, hatta elde ettiği başarı gücünü toplumların aleyhine kullanacaktı.
Ama annesinin manevi sahiplenmesiyle hem başarılı olmuş hem de huzurlu bir
hayat sürmüştür.
Saint
Augustine, “İtiraflarım” adlı kitabında bakın kötü olduğu dönemleri nasıl
anlatıyor:
“Düşman
irademe hâkim oldu ve böylece beni zincirlerle sımsıkı bağladı. Bu hal bende
kötü isteklerin uyanmasına sebep oldu. Bu isteklerimi yerine getirmek benim
için bir ihtiyaç oldu. Sanki bütün bunlar birer halka ile birbirine
bağlanmıştı. Esaret altına girmiş büyülenmiş gibiydim.”
Baba,
Çocuğun Başarısının Neresindedir?
Baba dış
hatlarda olduğu için çocuğun ruhsal sıcaklığıyla ilgilenemez. Zaten annesinin
doğasında olan, çocuğa en fazla gerekli olan şeydir. Nedir bu? Elbette ki
fazilet, erdem, iyilik, sevgi gibi ruhsal yeteneklerdir. Bu ruhsal yetenekler
konusunda çocuğuyla ilgilenmeye vakit bulamaz. Fakat bir durumun önemini ifade
etmek isterim: Anne çalışsa da bu faziletleri vermekle yine o sorumludur;
özellikle o sorumludur dersek daha doğru olur, çünkü tabiî ki babada
sorumludur.
Doğumundan
önce veya doğumundan sonra çocuğu en fazla kucağında taşıyan, en fazla çocukla
nefes nefese gelen “Anne”dir. Bu yüzden ahlâkı aşılaması daha kolay olur.
Civcivlere
ve ördek yavrularına bakın… Sürekli peşinden gittikleri anneleri mi babaları
mı? Yemlenirken görürüz beş altı civciv, ördek yavrusu annelerini takip eder.
Baba daha
çok erkeksilik gerektiren durumlarda çocuğa destek olabilir. Örneğin bireysel
ve toplumsal acılar vardır. İsterseniz bunu biraz açalım, faydalı olacağına
inanıyorum.
Bireysel
hatalarından dolayı her şeyini kaybetmiş insanı düşünün…
Bir de
toplumsal veya doğa sebeplerinden dolayı toplumun hepsiyle birlikte her şeyini
kaybetmiş insanı düşünün.
Hangisinin
dayanma gücü daha fazla olur? Veya hangisi intihara daha meyilli olur?
Toplum
içindeki yalnızlık daha kötüdür. Toplumla birlikte çekilen yalnızlık daha
hafiftir.
Bireyin
toplumsal olaylarda (savaş, deprem) diğerleriyle birlikte sıkıntı çekmesi birey
üzerinde yalnızlık psikolojisi oluşturmaz, ve birey daha az etkilenir.
Bireysel
yalnızlıklar intihara sürüklenirken, toplumsal hareketlerdeki sıkıntı intihar
hissi pek yaratmaz. Çünkü ortak kader anlayışı bireylerde potansiyel bir güç
haline gelebiliyor.
Burada vermeye
çalıştığım mesaj, bataklıkların kurutulması gerektiğidir. Bataklık kuruduktan
sonra aynı zeminde sel, deprem, savaş olabilir (olmamasını dua ederiz elbette),
ancak zemin sağlam olduğu için (çocukların faziletli yetiştirilmesi, maneviyat
gücü), bireysel yalnızlıklar olmayacak, birliktelik içgüdüsü harekete
geçecektir.
“Biri Yer
Biri Bakar, Kıyamet Ondan Kopar” atasözümüz boşuna söylenmemiştir. Eğer açlık
toplumsal, topyekûn bir problemse, dertler ortak olduğu için düşmanlıklar
yerine dayanışma oluşur, oluşmalıdır.
Kumarda her şeyini kaybeden insan, diğer güzel
yaşayan dostlarının arasında yalnızlaşırken intihar edebiliyor. Ama aynı insan
savaştan dolayı herkesle birlikte yine her şeyini kaybettiğinde aynı intihar
duygularını taşımayabiliyor, hatta yarınlara hâlâ ümitle bakabiliyor.
Savaş,
deprem, sel gibi toplumsal felaketlerde aynı felakete uğramış birey,
kendisinden daha kötü durumda olan bir başka felaketzedeye kendi lokmasını
verme fedakârlığı gösterebiliyor. Ama kumar veya alkol yüzünden felakete
uğramış bir adama yakın dostları dahi, kendilerinden kötü durumda olan bu
arkadaşlarına yardıma yanaşmıyorlar.
Aynı
şekilde evi yanan insana, çevredekiler toplu para yardımında bulunabiliyor.
Peki kumardan dolayı evsiz, parasız kalan birine çevredekiler toplu para
yardımında bulunmak isterler mi?
Kendi
Kötülüklerinden Dolayı Kötülüğe Düşene Toplum Yardım Etmiyor
Baba, kendisi öyle olmaması gerektiği gibi,
çocuğuna da kumarın, meyhane ve dışarı hayatının sinsi kötülüklerinden
bahsetmeli. Doğal afet ve toplumsal olaylarda ise (sel, deprem ve savaş,
anarşi, terör) nasıl hareket etmesi gerektiğini öğütlemelidir.
Toplum, evi
yanana, hastalıktan muzdarip düşene parasal yardıma yanaşırken, kumarda her
şeyini kaybetmiş adama yardıma yanaşmıyor. Babalar çocuklarına bu gibi
durumları anlatmalılar.
Bundan
yıllar önce Öztürk Serengil, Cem Erman gibi ünlü sanatçılarımız kumarın
pençesine düşmüş, kumar ihtiraslarından dolayı varını yoğunu kaybetmişti.
Üstelik eşleri de kendilerini boşadı. Yardım eden kimse çıkmadı.
Yeşilçam
Sinemasının 1970’li yıllarında ünlü çocuk oyuncu Mesut Engin alkolün pençesinde
ününü yitirdi, şimdi Beyoğlu’nun ara sokaklarında yatıp kalkıyor. Kendisiyle
1990 da bir röportajım olmuştu. O zaman da sarhoş haliyle Beyoğlu sokaklarında
görüşmüştüm. Sami Hazinses de aynı alkol ve kumarın kurbanıdır. O da acı ve
ızdırap içerisinde Beyoğlu sokaklarında ölü bulundu. Cüneyt Arkın da alkolden
varını yoğunu kaybetmişti, sokaklara düşüyordu, son anda eşi Betül Arkın çok
büyük fedakârlıklar yaparken kurtardı onu.
Antalya’nın
bir zamanlar ünlü belediye başkanı Tevfik Ulusoy meyhane, kumar ve gayri meşru
hayatından dolayı servetini kaybetti, sokaklara düştü, dilenmek zorunda kaldı.
Şimdi belediyenin verdiği küçük bir odada kalıyor.
Kumar, alkol
ve uygunsuz yaşamlarından dolayı her şeyini kaybeden nice insanlar biliyorum,
birçoğunu da tanıyorum, gerek sanat dünyasından, gerek iş dünyasından, gerekse
siyaset dünyasından. Fakat burada hepsine yer vermek mümkün değil.
Konunun
özü, babalar çocuklarına hayatın öteki yüzü hakkında bilgilendirmede
bulunmalıdır. Çünkü Allah’ın bir kulu çıkıp, her şeyini kaybederek sokaklara
düşen bu insanlara yardım etmedi. Belki yardım edilmesi gerekiyordu, ama
etmedi.
. John Newton
bir zamanlar kötü bir hayat sürerken birden anne babasını kaybeder. Annesinin
kendisi çocukken verdiği öğütleri aklına gelir. Sanki annesinin konuşmaları
kulaklarında çınlar. Bu tavsiyeler onun maneviyatlı ve faziletli olmasına
vesile olur.
İngiltere
de Okullar Birliği Müfettişleri’nin hazırladığı bir rapor oldukça ilginç. Şöyle
deniliyor: “Çocukların çalıştırıldığı bir fabrikada idareciler bir çocuğu işe
almadan önce, annesi hakkında soruşturma yapıyorlarmış. Tatmin edici cevap
alırlarsa, çocuklarının da iyi ve güvenilir kimseler olacağını kabul
ediyorlarmış. Babalarının karakteri nasıl olursa olsun önem vermiyorlarmış.”
Ünlü bir
düşünür şöyle diyor: “Annelerin üstün değerde eserler meydana getirmedikleri
bir gerçektir. Ama onlar bütün bunlardan daha kıymetli eser dünyaya getiriyor.
Ünlü ve başarılı, faziletli ve erdemli bütün bilim adamlarını anneler
doğuruyor, yetiştiriyor.”
Napolyon
Bonapart, “Bir çocuğun ileride iyi ya da kötü ahlâklı olması tamamen anasına
bağlıdır.” diyor. Napolyon’un biyografilerin birinde şu satırlar geçiyor:
“Annesinden başka hiç kimse ona hâkim olamamıştır. O bazen sert, bazen yumuşak,
ama her zaman adil davranışlarıyla ona sevmesini, saygı göstermesini ve itaat
etmesini öğretti. Napolyon saygı duyma faziletini annesinden öğrendi”
Bu bölümü
Samuel Mile’nin çarpıcı tespitleriyle noktalamak istiyorum:
“Baba
sarhoş, kötü ahlâklı, düşkün bir insan olsa bile, eğer anne basiretli ve
duygulu bir kadınsa, aileyi bir arada tutabilecek, belki de çocuklar şerefli
bir hayat sürdürebileceklerdir. Bu durumda birçok aileler görülmüştür. Ama ana
kötü kişi oldu mu, baba ne kadar iyi ahlâklı olursa olsun, çocukların hayatta başarı
kazanmaları ihtimali azdır.
Karakterin
biçimlenmesinde kadının daha büyük rol oynadığı nedense herkesçe
bilinmemektedir. Kadınlar görevlerinin en yücelerini hiç kimsenin görmediği
evde ve aile içinde yapmakta ve bu görevlerini yaparken de büyük bir çaba
harcamakta, sabır ve azimle başarı yolunda yürümektedirler. En büyük
başarıları, ev içinde olduğu için, bu başarıları duyan olmaz. Seçkin insanların
biyografilerinde bile, bunarın karakterlerinin biçimlenmesinde annelerin büyük
payı olduğuna işaret eden bir kayda sık sık rastlamak mümkün değildir. Buna
rağmen bu yaptıkları karşılıksız mı kalıyor? Hayır, çocukların yetişmesinde
oynadıkları rol çok büyüktür
Çocuk Eğit Blog
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder