Sevgili
Yavrum! Sadece bu sabah için, içimden ağlamak geldiği halde yüzünü gördüğümde gülümseyeceğim.
Sadece
bu sabah için, ne giymek istediğinin seçimini sana bırakacağım ve gülümseyerek,
giydiğin okul kıyafetinin sana ne kadar yakıştığını söyleyeceğim.
Bu
sabah tüm işlerimi bırakıp seninle okula geleceğim. Sonra birlikte parka gidip
salıncaklara bineceğiz.
Bu
sabah bulaşıkları lavaboda bırakıp bulmacanın nasıl çözüldüğünün bana öğreteni
izleyeceğim. Öğleden sonra telefonun fişini çekip bilgisayarı kapatacağım ve
arka bahçede oturup seninle köpükten balonlar uçuracağım.
Bu
öğleden sonra dondurma arabası için çığlıklar attığında sana hiç kızmayacağım
ve gelirse bir tane alacağım.
Bu
öğleden sonra büyüdüğünde ne olacağın hakkında hiç canımı sıkmayacağım. Ya da
seni ilgilendiren konularda ikinci bir düşünce üretmeyeceğim.
Bu
öğleden sonra kurabiye pişirirken bana yardım etmene izin vereceğim ve tepende
dikilip düzeltmeye çalışmayacağım.
Bu
öğleden sonra hamburgerciye gideceğiz ve iki tane çocuk menüsü isteyeceğiz ki,
iki oyuncak alabilesin.
Bu
gece seni kollarımda tutacağım ve nasıl olduğunu, seni ne kadar çok sevdiğimi
anlatacağım.
Bu
gece küvette suları sıçratmana izin vereceğim ve sana hiç kızmayacağım.
Bu
gece geç saate kadar oturmana ve balkona çıkıp yıldızları saymana izin
vereceğim.
Bu
gece sen yanına uzanıp en sevdiğim TV programlarını bir kenara bırakacağım.
Bu
gece sen dua ederken parmaklarımı saçlarında dolaştırıp bana en büyük armağanı
verdiği için Allah’a şükredeceğim.
Kayıp
çocuklarını arayan anne ve babaları düşüneceğim.
Yatak
odaları yerin çocuklarının mezarlarını ziyaret edenleri ve hastana odalarında
donuk bakışlarla, daha fazla içlerinde tutamadıkları çığlıklarıyla hasta
çocuklarını seyreden anne-babaları düşüneceğim. Ve bu gece yanağına iyi geceler
öpücüğü kondurduğumda seni biraz daha sıkı ve biraz daha uzun tutacağım
kollarımda.
KIRLANGIÇ
Günlerden
bir gün kırlangıcın biri bir adamla dost olmak istemiş. Bütün cesaretini
toplayıp adamın camına konmuş. Küçük sevimli gagasıyla cama vurmuş: Tık, tık,
tık…
Adam
çok meşgulmüş. Kimmiş onu işinden alıkoyan? Minik bir kırlangıç. Kırlangıç
bütün cesaretini toplayarak şirin gagasını açmış ve “Hey adam! Seninle dost
olmak istiyorum! Sebebini sorma lütfen! Pencereyi aç ve beni içeri al! Ben sana
dost olurum, hiç canının sıkmam! Bak soğuklarda başladı, yoksa güneye göç etmek
zorunda kalırım. Çünkü ben ancak sıcakta yaşarım, pişman olmazsın, seni
eğlendiririm, yalnızlığını paylaşırım!” demiş.
Bazıları
gerçekten duymayı istemezler. Oysa sevgi kelimeleri duyulmaz mı? ama adam
duymak istememiş ve kırlangıcı pencerensin önünden kovmuş.
Aradan
zaman geçmiş. Adam önce düşünmüş, sonra kendi kendine itiraf etmiş: “Ne kadar
aptalım, beklenmedik bir anda karşıma çıkan dostluk fırsatını teptim!” diye
düşünmüş.
Pişman
bir şekilde sıcakların gelmesini ve kırlangıcın geri dönmesini beklemeye
başlamış. Nihayet yaz gelmiş, güneye göç eden bütün kırlangıçlar dönmeye
başlamış. Fakat adamınki ortalarda yokmuş. Yazın sonuna kadar penceresi açık
beklemiş adam. Kırlangıç gelmemiş. Sonunda bir bilge kişiye danışmış, olanları
anlatmış. Bilge adam gözlerini adama dikmiş ve demiş ki:
-
Kırlangıçların ömrü 6 aydır!
ÇOCUĞUN BABAYA VERDİĞİ DERS
Günlerden
bir gün çok zengin bir baba oğlunu köye götürmüş. Babanın tek amacı varmış:
insanların ne kadar fakir olabileceğini çocuğuna göstermek 8 yaşındaki Emre ile
fakir bir ailenin yanında iki gece geçirmişler. Yolculuk dönüşü baba çocuğuna
sormuş: “İnsanların ne kadar fakir bir hayat sürdüklerini gördün mü?” Çocuk,
“Evet baba!” demiş.
Baba
yine sormuş: “Ne öğrendim Peki?” Küçük Emre gülümseyerek şöyle cevap vermiş:
“Şunu
öğrendim. Bizim evde 1 köpeğimiz var, onlarınsa 4 tane. Bizim bahçenin
ortasında bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim
bahçemizde lüks bir lamba var, onlarınsa yıldızları. Bizim gördüğümüz en son
yer bahçe duvarımız, onlarınsa sonsuz ufuk.”
Çocuk
sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek hiçbir söz bulamamış. Ve minik Emre son
noktayı koymuş:
“Teşekkürler
baba! Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!”
BİR
ADAM VE ÇOCUĞU
Bir
adam ve çocuğu ormanda yürüyüş yapıyorlar. Çocuk birden takılıp düşer ve canı
yanar. “Aaaahhh!” diye haykırır. İleriki dağın tepesinden “Aaahhh!” diye bir
sese duyar ve şaşırır. Merak eder ve “Sen kimsin?”diye bağırır. Aldığı cevap,
“Sen kimsin?” olur. Bu cevaba kızarak “Sen bir korkaksın!” diye tekrar bağırır.
Dağdan gelen ses “Sen bir korkaksın!” diye cevap verir.
Çocuk
babasına dönüp, “Baba! Ne oluyor böyle?” diye sorar. Babası “Oğlum! Dinle ve
öğren!” diyerek dağa döner ve “Sana hayranım!” diye bağırır. Gelen cevap “Sana
hayranım!” olur. Baba tekrar bağırır, “Sen muhteşemsin!” Gelen cevap, “Sen
muhteşemsin!” olur. Çocuk çok şaşırır ama halen ne olduğun anlayamaz. Babası
açıklamasını yapar:
“İnsanlar
buna yankı derler, ama aslında bu hayattır. Hayat daima sana senin verdiklerini
geri verir. Hayat, yaptığımız davranışların aynısıdır. Daha fazla sevgi
istediğin zaman daha çok sev. Daha fazla şefkat istediğinde daha fazla şefkatli
ol! Saygı istiyorsan, insanlara daha çok saygı duy. İnsanların sabırlı
olmalarını istiyorsan, sende daha sabırlı olmayı öğren. Bu kural hayatımızın
parçasıdır, her şey için geçerlidir. Öyleyse yavrum! Hayatı tesadüf görme,
hayat yaptıklarımızın aynada yansımasıdır.”
GERÇEK
DOSTLUK
Salonu
genişletmek için, çiftlik evindeki bir duvar yıkmak isteyen yaşlı çiftçi
çekişle işe başlar. Birkaç tuğla parçasını yerinden kopardıktan sonra gözleri,
hareket eden bir şeye takılır. Etrafını temizledikten sonra bunun bir
kertenkele olduğun anlar. Fakat kertenkele kaçamaz. Çünkü ayağından bir çiviyle
tuğlaya çakılmıştır.
Dikkatlice
bakınca tablo asmak için çakılmış bir çivinin kertenkeleyi duvara hapsettiğinin
görür. İşin inanılmaz tarafı bu çivi en az 3-4 yıl önce oraya çakılmıştır.
Nasıl olur da bir kertenkele o kadar süre tuğlanın içinde hareket etmeden beslenebilir
ve yaşayabilir? Yaşlı adam bir süre bekledikten sonra göz yaşartan bir
manzaraya şahit olur.
Bir
başka kertenkele ürkek tavırlarla tuğlanın içinden ağzında minik minik
yiyeceklerle çıkagelir.
ÇOCUKTA MİNNET DUYGUSU
Okula
ilk kaydolduğu günden beri kimse okul tanıtmamıştı. Ne müdür odası, ne
öğretmenler odası, ne müdür yardımcılarının odası ne de malzeme odaları… Sanki
hepsine yabancıydı. Aradan 5 yıl geçmişti. Öğretmenleri bir gün yazlı sınavında 10 tane soru sordu. Ve en
yüksek puanı da bu soruyu bilene vereceğini söyledi. Ahmet de beşinci
sınıftaydı ve merak içindeydi.
Öğrenciler
şaşkınlık içindeydi. İçlerinden biri, “Öğretmenim!” diye seslendi, “Onuncu
soruyu soracaktım.”
“Evet
çocuklar, o soruyu oraya ben kodum. En yüksek puanı bu sorudan alacaksınız.
Soru
şöyleydi:
“Her
gün okulu temizleyen hademe kadının adı nedir?” Ahmet şaşkınlık içinde şöyle
düşündü:
“Bütün
öğrenciler b kadını her gün , özellikle de sabah ve akşam saatleri koridoru
temizlerken görürlerdi. Onun sayesinde okul pırıl pırıldı. Ama biz onun
farkında bile değildik, hem de 5 yıl boyunca. Elli yaşlarında, uzun boylu,
siyah saçlı bir kadındı. Şimdiye kadar adını neden öğrenmedik ki?”
Sonuçta
o sene dersten tam not alan olmadı. Ama kağıtları verip sınavdan çıkarken
öğretmenin söylediği sözü hiçbiri hayatlarının sonuna kadar unutamayacaktı.
Şunları söyledi sevgili öğretmenleri:
“Hayatınız
boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar. Ama
sizin ilginizi ve dikkatinizi hak eden insanlar bunlar. Onları göz ardı
edemezsiniz. Bu yüce bir minnet duygusudur. Sevgili öğrenciler, b duyguya
lütfen sahip olun!”
Ahmet
bu dersi hayatı boyunca unutmadı. Hademenin adı da Hatice Hanım’dı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder