Çocuk Eğitimde Gizli Tehlike: Bilinçaltı



Bilinçaltı konusunun ele alındığı yazınsal metinlerde rastlayabileceğiniz örneklemede olduğu gibi, bilinçaltının yaşamımızdaki değeri bir pcdeki harddiskin önemine eşdeğerdir. Bu görüşe katılmamak mümkün değildir. Yazgımıza düşen bir çok olay vakti zamanında, harddisk sayılabilecek bellek kayıtlarıyla ilgilidir.
Yine bu örneklemenin devamında kişisel düşünce  ürünlerimiz  ile  klavye,  monitör adı verilen parçayla ise bugünkü kişisel yaşamımız arasında isabetli bir benzeşim kurulmuştur. İnsan zihin işleyişiyle birebir örtüşen bu pc ve parçaları benzeşimini ortaya koymakla, bilinçaltı oluşumlarının insan yaşamındaki yeni yaşantıları tayin etme gücü, kudret, muazzam kontrolü, etkisi ve önemi üstüne söylenecek fazla söz bırakmamaktadır. Son yıllarda yapılan erken çocukluk yıllarında yapılan araştırma sonuçları, “Bilinçaltı işleyişi, Bilinçaltı Kontrolü” gibi ortaya çıkan yepyeni disiplin alanlarının verileriyle sentezlendiğinde çocuk gelişimi ve eğitimi alanında da yeni açılımlara ulaşılmaktadır.  Böylece akademik anlamda ailelere salık verilecek öneriler hızla birikmektedir. Söz konusu açılımlar, anne babalık sanatı hakkında farklı bakış açılarını beraberinde getirmiştir. Böylece ebeveyn tutumlarının çocukların dünyasındaki kalıcı izleri bir kez daha göz önüne serilmiştir. Madem ki bireyin bilinçaltı yapısı ve işleyişi onun şimdiki yaşamına düşen izdüşümleridir, öyleyse, verilerin girildiği, kaydedildiği ve saklandığı bir pc hardiskinde işleve sahip insan belleğinde oluşacak birikimlerin -özellikle erken çocukluk ve ergenlik dönemi- şartlar elverdiği ölçüde sağlıklı ve güvenli bir çevreden kalan olumlu yaşantılardan oluşması gerekmektedir. Bu bağlamda, bilinçaltı işleyişinin sağlıklı gelişmesinde ilk çocukluk yılları ile ergenlik yaşlarının en kritik değere sahip gelişim evreleri olduğunun hatırlatılmasında yarar vardır.
Bugünkü reel yaşamımızın içeriği ve kalitesi, şimdideki mutluluk ya da hüzünlerimizin mutlak değeri, başarı ya da başarısızlıklarımızın büyüklüğü sahip olduğumuz bilinçaltı oluşumunun birer doğurgalarıdır. Bilinçaltı oluşumu ise tamamen kişisel deneyim ve yaşantılar, bu yaşantıları algılama, yorumlama yeteneği ile ilgilidir. Özellikle ilk yaşantılar, gelecek yaşantıların yapılanmasında, gelecekteki seçimlerimizde hayati değer taşımaktadır. Burada A.Adler’in “Yaşamın Anlam ve Amacı” çalışmasını referans göstererek; gelişim sürecinin erken bir evresinde çocukta sevgi ve evliliğe bakış tarzının oluştuğunu söylemek olanaklıdır. Çocuk için sevgi ve evlilik, çevresinde tanımaya başladığı dünyanın birer parçası ve yaşamın gerçeğidir artık! Çocuklar sevgi ve evliliğe kavramlarına ilişkin bir tasarım ve bir tutum elde etmeyi anne babalarının ilişkilerini yaşama biçiminden öğrenirler. O nedenle hiçbir annenin-babanın eşine sevgisini hissettirmeme lüksü yoktur. O nedenle her anne babanın başka hiçbir gerekçe oldurulamıyorsa bile sadece çocukları için eşlerini sevme ve bu sevgiyi en somut biçimde eşlerine aktarma ödev ve yükümlülüğü bulunmaktadır. Eşinize karşı sevgi aktarımını etkili biçimde beceremediğinizde sadece eşinizi ve onunla olan ilişkinizi değil aynı zamanda tahmin ettiğinizden de fazla insanın duygusal ve reel yaşamını riske atarsınız. Bunlardan ilki kendi çocuğunuz ve onun ileride seçeceği eşidir. Daha sonra bu onların çocukları, torunlarınızın eşleri ve onların anne babaları, birinci derecede yakınları derken zincirleme biçimde onlarca insanın hayatını sevgisizlikle karartma vebaliyle karşı karşıya kalabilirsiniz.
           Aşk ve sevgi duygusunun varlığına inanmayan  bir kadınsanız (erkekseniz) ve yeterince  sevmediğiniz bir erkeği (kadını)  hayat arkadaşı olarak seçmişseniz bu öncelikle çocuğunuzu cezalandırmak olacaktır. Çocuklar henüz çok erken yaşlarda anne ile baba ilişkisi arasındaki sevgi bağının gerçekliğini ve kalitesini sezebilmektedirler. Bu seziş yeteneği, bazı çocuklarda üç yaş civarında bile görülebilmektedirler. Eğer eşinizle aranızda sevgi bağının derinliğine ilişkin çocuğunuzun yorumu olumsuz bir yargıysa, eşinize sevgi iletiminiz konusunda ortada kötü ve kirli bir görüntü varsa, çocuğunuz bu sevgi ve aşktan mahrum kupkuru, iç boş anne baba ilişkisi görüntüsünden açılan derin yaralarını sarmak için ileride mutlaka ya patolojik biçimde sırılsıklam aşık olacağı birini arayacak ya da tıpkı annesi gibi sevgi gerçeğine kafa tutarak yine patolojik biçimde aşk ve sevginin asla yer almadığı bencilce ilişkiler kuracaktır. Böylece geçmişte bitmeyen kavgasını hayatına giren erkek ya da kadınlar üzerinden vermeye devam ederek mutsuz olup mutsuzluk saçmaya bir ömür devam edecektir. Yetişkin olduğumuzda yaşadığımız aşk öykümüz, anne babamızın arasındaki aşk ya da birliktelik öyküsüne fazlasıyla öykünmektedir. Eş ve aşk ilişkisinde yaşadığımız temel sorunlar, diğer ilişkilerde olduğu gibi ta çocukluk yıllarına kadar uzanmaktadır.  Çocuklukta gerek anne ile babamızın arasındaki ilişki biçimi gerekse kendi anne babamızla ayrı ayrı birebir kurduğumuz ilişki biçimi üzerine kurgulanan sevgi anlayışı ve sevgi nesnesine karşı tutumumuz maalesef ki hayat boyu yaşadığımız yaşayacağımız sevgi ilişkilerinin kaderini yazmaktadır. Çocuklukta çevreden gelen Eseflenmemek mümkün değildir zira çoğu zaman her çocuk birbirine sevgiyle bağlanmış anne babaya sahip olacak kadar şanslı değildir.
            Dillendirilen, bakışlarla, tebessüm ve davranışlarla hissettirilen bir sevgi ortamında büyümeli çocuklarımız! Çocuklar bunu isterler. Sadece kendilerine karşı değil anne babanın bu biçim sevgisine şahit olmak isterler. Çocuklar yaşamlarında kendilerine sevgi dolu bakışlarını esirgemeyen anne babalarla olmak istedikleri gibi anne baba arasında sevgi dolu bakışmaları görmek isterler. Eşlerin birbirlerine hayranlık ve sevgi dolu bakışlarına şahit olan çocuk, sevmeyi ve güvenmeyi öğrenir. Aynı şekilde babanın anneye ya da annenin babaya yönelttiği aşağılayıcı bakışını da unutmaz çocuk. Böylece ya ezici bakışlar fırlatmayı ya da ezici bakışlarda ürkmeyi, içine kapanmayı öğrenir veya öğrenilmiş çaresizlikle bunu seçer. Her iki durumda da çocuğunuza ve çocuğunuzun birlikte olduğu insanlar zarar verirsiniz. Eşiniz kendisine; sebepsiz, haklı ya da haksız bir öfkeyle baktığınız anları ve bu bakışlardaki mesajları unutsa, bağışlasa bile, bu bakışlarınıza şahit olan ve öfkeli bakışlara maruz kalan ebeveynin yüz ifadesini, kırılganlığını, duygusunu kayda alan çocuğunuz sizi asla bağışlamaz. Özellikle kendi aralarında göz teması kurmayan, sevgi sözcükleri iletmeyen anne babaların çocukları, onların karşılıklı biçimde birbirlerinin varlıklarını onaylamadıkları yorumuna ulaşır. Sonrasında da kendilerine ilişkin özsaygı ve sevgi geliştiremedikleri gibi ileride seçeceği eşe karşı da saygı ve sevgi geliştirme konusunda engelli ve bağlanmaktan korkan ya da hastalıklı bağlanan bireyler olarak topluma karışırlar. Eğer eşinizden sevgi dolu bakışlarınızı esirgerseniz, çocuğunuz o yetersizlik ve kabul edilmeme hissine sebep sevgisiz bakışların izlerini derinlerde bir yerde saklar ve ileriki yıllarda, o anların izlerini hiç farkına varmadan kişiliğinin bir parçası olarak bulur. Çocukluk yıllarında karşılaşılan yaşantılar yetişkinlikte kişilik profiline böylesine şaşırtıcı bir etkiyle transfer edilmektedir.
         Beyaz atla gelen ve prensesini alıp mutluluk diyarına uçuran sonu mutlu biten masalların izleri üzerine daha da büyüdüğümüzde ve bir ergen olmaya başladığımızda dinlediğimiz aşk şarkıları, efsaneler, filimler, romanlar, genç ağabey ve ablalarımızın aşkları, sevdalandığı oğlana kaçan komşu kızının öyküleri de eklenip içinde bulunduğumuz aile ortamından da kalan farklı izlenimlerle de harmanlanınca hepimizin algı dünyasında ayrı ayrı aşk öyküleri yazılmakta ve yaşadığımız her sevgi ilişkisinde kahramanlar değişse de bu öykünün senaryosu asla değişmemektedir. Aşka dair işitilen herşey hep ayrılık temalarıyla bitiyorsa, aşkın yaşanabilirliğine inanamaz ve tam da her şey yolundayken bile, geride kalan soru işaretleriyle ya sevdiğinizi terk eder ya da sadece öykünüzü onaylatmak için kendiniz terk ettirirsiniz. Çünkü yıllar içinde biriken sayısız öykü “mutlu aşk yoktur” “aşk kavuşamamanın türküsüdür” “aşk yaklaştıkça yitirilen bir şeydir”, “gerçek aşıklar kavuşamazlar” gibi datalarla  bilinçaltınızdaki hazırlığı tamamlamışlardır. Eğer sürekli mutsuz ilişkiler yaşamaktan sıkıldıysanız ve artık bir vuslat, sonu mutlu biten bir öykü arzuluyorsanız bu noktada yapılacak tek şey geçmişe dönemeyeceğimize göre aşk öykünüzü en baştan yazmaktır. Bu konuda çocuklarınız için yapacağınız tek şey ise onlara gerçekçi, sağlıklı ve sevgi dolu ilişkilere vurgu yapan aşk öyküleri kurgulamanızdır.
          Hazan mevsiminin hüzün bırakan kokusuna inat, yalnızca çocuklarımızın ve onların seçeceği kadın  ve erkeklerin mutluluğu ve daha pek çok şey  için bu sonbahar eşlerimizle aşk tazelemeye var mısınız? Var mısınız çocuklarınıza paha biçilmez bir servet bırakmaya?  Sevgi ve aşk dolu bakışların sıcaklığında sıcacık sevgi öyküleri… Bugün eşinize sevgi dolu bakışlarla en çok çocuğunuz için yazılamayacak bir aşk öyküsünü yaşatmaya başlayacağınıza söz verin kendinize!   Eğer bugün eşinizin sevgisinde neşeleniyorsa içiniz onu sevgiyle büyüten anne ve babaya minnet duygularınızı iletmeyi de unutmayın. Onlar olmasaydı bugün sımsıcak yuvanız olur muydu hiç?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder