İlköğretimin
birinci sınıfına başlayan bir çocuk birçok farklılığı ilk defa yaşamaya başlar.
Elbise farklılığı, mekan farklılığı, kişiler farklılığı ve çeşitli sosyal
farklılıklar bunlardan bazılarıdır.
Çocuk
ailede bu yaşına kadar nasıl bir terbiye almışsa onu olduğu gibi, ikinci farklı
mekan olan okula taşır. Örneğin, çocuk dışarıda ilk defa “Beslenme” olayıyla
karşı karşıya kalacak. Evinin dışında düzenli aralıklarla beslenme dersiyle ilk
defa karşılaşacak olan çocuk, anne babasıyla kahvaltı esnasında edindiği
davranışları sınıfa yansıtır. Anne babalar özellikle bu çağlarda eve ile okul
arasındaki eğitsel dengeyi gözetip, çocuğu bu dengeye göre yetiştirmeleri
gerekir. beslenme esnasında arkadaşları ile sık sık olmasa da zamanla,
karşılıklı alış verişler olacaktır. Aileler evde bunun adını koymalılar.
Çocuklarına yardımlaşma ve dayanışmanın en yüce değer olduğun anlatmalıdır.
Çocuk
ilk defa okul başlangıcıyla kıyafet farklılığını yaşayacaktır. Bu kıyafet her
zamanki farklı kıyafetlerinden daha ilginç gelecektir ona. Önlük ve okul
forması, yaka ve rozetleri olması sebebiyle çocukta, onunda sosyal hayatta
“birey” olduğu hissini uyandıracaktır. Fakat bezen bu his çocuğu, formel olması
sebebiyle ürkütebilmektedir. Çocuk bu kıyafetlerle sanki ağır bir sorumluluğun
altına girmiş gibi hissedebilmektedir kendisini. Anne babalar çocuklarını okula
getirip götürürken okulu ve kıyafetlini methedici güzel konuşmalar yaparlarsa
çocuk üzerinde olumlu etkiler bırakır. Aslında bu süreç, yani çocuğu kıyafete
ve okul ruhuna alıştırma süreci, ona “Kırtasiye kültürü” diyebileceğimiz
kültürün ta başından aşılanmasıyla halledilebilinir.
Kıyafetler
alınırken, “Ne kadar da yakıştı çocuğuma!” “Hadi çocuğum! Okulun en iyi
öğrencisi ol!” gibi telkinler etkilidir. Yine kitap defter gibi malzemeler
alınırken, anne babanın resmi davranışlardan uzak durmaları gerekir. bu
alışverişin çok tatlı bir olay olduğu, çocuğun sevimli bir eğlence hayatına
başlangıç teşkil eden bir alışveriş olduğu hissi yaratılmalıdır.
Birinci
sınıfın önemi çok büyüktür. Kişiler farklılığı ve sosyal farklılık bu önemi
daha da artırmaktadır. Örneğin farklı kişilikler olarak bir bahçe dolusu
öğrencilerin bir andaki varlıkları çocuk için farklı bir tablo olacaktır. Bunun
da ötesinde aylarca ve yıllarca beraber olacağı öğretmenini anlamlandırmak
isteyecektir. Şöyle ki, “Anne desem değil, baba desem değil; teyze, hala, amca
ve dayı değil; akraba da değil, ama…”
Ama
sözcüğünden sonraki ifadeler artık çocuğun hisleri haline gelecektir. Yani
öğretmeninden gördüğü bunca ilgi, şefkat, koruyup kollayıcı yakınlık onda bu
olaya bir isim bulma çabası oluşturacaktır. İşte, eğer bu süreç, anne baba
tarafından işlenmezse “öğretmen” çocuğun gözünde yıllardır net bir çerçeveye
oturamayacaktır. Oysa anne babalar çocuklarının öğretmenlerini okulun daha ilk
yılında anlatmalıdır.
ÜVEY ANNE BABA VARDIR AMA ÜVEY
ÖĞRETMEN YOKTUR!
Tüm
dünya eğitim çevrelerinde öğretmenin yeri eşsiz bir yere sahiptir. Bazen
“Öğretmen mi kıymetlidir, doktor mu?” tarzındaki tartışmaya tanık oluruz. Biz
diyoruz ki,
Evet,
bütün meslekler kıymetlidir, ama kim kimi yetiştiriyorsa o meslek en kıymetli
olanıdır. Doktoru öğretmen yetiştiriyor. O halde öğretmenliğin kutsal meslek
diye çağrılması anlamlıdır. Anne baları yetiştirenler de öğretmenlerdir.
Öncelikle
kıymetli anne babaların öğretmen sevgisini yavrularına işlemeleri gerekir.
şöyle ki:
“Bak
evladım! Öğretmenin bizim gibi. Okulda her ne sorun olursa onunla konuş, ona
derdini anlat. Öğretmenini anne ve baba bil!”
Bu
sözler çocuğun ruhuna nakşolacaktır; ve anne babasından bunları duyan çocukta
güven problemi de böylece aşılmış olunacaktır.
Okula
güven, öğretmene güven ve sosyal çevreye güven çocuğun başlıca problemlerinden
birisidir. B problemi çocuğun boyutunda en iyi aşacak olan hiç şüphesiz ki
sevgili anne babalardır. Çünkü, çocuk eğitimin henüz ilk basamağında farklı
statüye giriyor. Veliye düşen görev, çocukta okul korkusu, öğretmen korkusu ve
sosyal çevre korkusu oluşmadan onu bilinçlendirerek özgüvenini
kazandırmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder