İlkokul beşinci sınıfı bitiren kızınıza bir şeyler
oldu. Sanki elinizde büyüyen, küçük kızınız değil. Aranızdaki ilişkide tuhaf
bir gerilim; bazen uzaklık ve özellikle bir anlaşılmazlık var.
Yaşıtlarının aileleriyle konuşuyorsunuz; onlar da
benzer şeyler söylüyorlar. Aile yapısına ve çocukların kişiliğine bağlı olarak
ufak tefek farklılıklar olsa da; bu değişim onların da gündeminde...
Kabul etmek gerekiyor ki, kızlarınız büyüyor.
Evet, sevgili aileler, önünüzdeki bir kaç yıla
“ergenlik” kelimesinin geçtiği cümleler damgasını vuracak. Artık genç kız anne
babası olmaya hazır olun.
Sakın, “eskiden ergenlik mi vardı” deyip geçmeyin.
Çünkü eskiden ergenlik dönemi intiharları da yoktu, madde bağımlılığı da,
depresyon da...
Kabul etmeliyiz ki, çağdaş hayat bazı problemleri de
beraberinde getirdi. Bu nedenle her şeyi doğal akışına bırakamıyoruz.
Hayatımızın doğal parçası olan konularda bile bilinçlenmemiz gerekiyor.
***
Eski çağlarda ergenlik dönemi hayatın doğal akışı
içinde; çocuğun yetişkinleri izleyip örnek alarak kendisini hazırladığı bir
dönem olarak geçerdi. Bu dönemde çocuklara ailenin bazı işleri verilirdi;
mesela çobanlık, babanın veya bir ustanın yanında çıraklık gibi. Elbette kızlar
da annenin ve ailenin diğer kadınlarının yardımcısı rolünde ilerde
yüklenecekleri görevlere hazırlanırlardı.
Mesela kardeşlerine veya yeğenlerine bakarlardı. Ev
işlerine yardım ederlerdi. Bazı ufak tefek sorumluluklar yüklenirlerdi.
Kalabalık aile ve samimi komşuluk ilişkileri içinde insan ilişkilerini ve
geçinmeyi öğrenirlerdi. Büyümek için bunlar çoğu zaman yeterliydi.
Bu durum çağlar boyu böylece devam etti gitti.
Nesiller birbiri ardınca geldi, gençken büyüklerine hizmet edenler, orta yaşta
kendi çocuklarından hizmet aldılar. Bu arada gençteki kuvvet orta yaşlıdaki
bilgi ve tecrübe ile birleşerek değerlendirildi.
Zaten atalar ne demiş, “gençteki güç yaşlıda olsa,
ya da yaşlıdaki tecrübe gençte olsa...”
Nesillerin bir arada olduğu büyük ailelerde bu bir
nebze sağlanıyordu.
Büyük ailelerde; anne baba çocuk dışında roller de
bulunuyordu ki bunlar ilişkilere esneklik, geçişkenlik sağlıyordu. Mesela genç
halalar- teyzeler, veya dayı-amcalar, yeğenleri için abla- ağabey rolü
üstlenirlerdi. Tabi çok çocuklu ailelerin küçükleri için gerçek abla ağabeyler
de bir geçiş modeli olurlardı.
Yine büyükanneler büyükbabalar da tecrübeleri ve
olgunlukları ile genç kuşaklara rehberlik ederlerdi. Mesela baba veya annenin
tutumlarını esnetir, tepkilerini yumuşatırlardı. Bir yerde genç anne babalara,
ergin anne babalığı konusunda rehberlik yapmış olurlardı.
Bu usta- çırak ilişkisi hem ileri yaştaki bireylere;
kendi tecrübelerini yeni nesillere aktarma tatmini ve mutluluğunu yaşatıyordu;
hem gençlerin farkında bile olmadan eğitilmelerini sağlıyordu.
Genç kız ve erkekler aile büyüklerinden sadece
mesleki incelikleri ve ev işlerini öğrenmez; aynı zamanda onların kişiliklerinden
modeller toplar; kendi kişiliğini inşa ederdi. Bu arada aşırı bir gerginlik yaşamadan
yetişkin olmayı bellemiş olurdu.
Bugün ise yetişkinler iş yerlerinde yıpratıcı bir
şekilde uzun mesailer halinde çalışırken; çocuklar okulda sadece teorik
bilgiler öğreniyorlar. Yaşlılar işe yaramaz hissedecek şekilde yalnızlığa
itilirken, hemen herkes geçiş dönemlerinin gerilimini şiddetle yaşıyor.
Çekirdek ailelerin bireyleri akşamları yorgun argın
vaziyette bir araya geldiklerinde; birlikte sadece televizyon seyrediyorlar. Ve
bir gün aileler bakıyorlar ki çocukları o eskiden tanıdıkları çocuk değil!
Erişkinliğe geçiş eski çağlarda törenlerle kutlanan
bir olayken günümüzde hazırlıksız yakalanılıp, nasıl karşılanacağı bilinemeyen,
sıkıntılı bir olay haline geldi. Gerçekten de mesela eski Türklerde bir çocuk
kendini ispatladığı bir olay vesilesiyle bir ad veya ünvan kazanır; yetişkinler
arasına kabul edilmeyi hak ettiği ilan edilirdi.
Bazı ilkel gruplar da bir takım eğitim ve sınavların
da düzenlendiği bir dizi merasimle çocuğu erişkinliğe kabul ederlerdi. Bu
geleneklerde genellikle erkek çocukların bedensel gücü, cesareti, acıya
dayanıklılığı sınanırdı. Yine bu törenlerde gence, yalnız yetişkin erkeklerin
bildiği sembolik sırlar açıklanırdı.
Kızların da ailenin yetişkin kadınlarının arasına
kabul edildiklerini simgeleyen, “çarşafa girme” merasimi vardı. Adet gören bir
genç kız, artık yetişkinliğe ilk adımını attığını bu merasimle birlikte
hissederdi. Bundan sonra yetişkin kadınların kendi aralarındaki konuşmalarını
dinleyebilir, kadınsı bazı sırları öğrenebilirdi.
Eski çağlarda birçok toplum, erişkinliğe geçişi
mistik ve dini törenler düzenleyerek belirginleştirirdi. Örneğin;
Hıristiyanlık' taki konfirmasyon ya da Museviler'deki barmitzva törenleri
kişinin çocukluktan çıkıp o toplumun erişkinler grubuna katılmasının;
erişkinliğin sorumluluklarına hazır olmasının başlangıcını belirten simgesel
merasimlerdi.
Osmanlıda da kızların tesettüre girişi, erkeklerin
anneden ayrılıp babasıyla askeri seferlere iştirak etmesi bir merasim havasında
gerçekleşirdi. Bu kutlamalarda genç birey; artık büyüklerin arasına girdiğinin
herkesçe kabul edilmesinin haklı gururunu hissederdi.
Hatta bu uğurda bazı kısıtlamalara bile seve seve
katlanırdı. Mesela kendisinden az küçük kardeşleri oynarken o dönüp bakmamak
için kendini tutar, büyüklerin arasında ciddiyetle otururdu. Büyümenin
davranışlarına hakim olmak demek olduğunu bilirlerdi çünkü…
Endüstri devriminden bu yana geleneksel toplumların
adet ve törenleri uygulanmaz oldu. Dahası eski değerlere de itibar kalmadı.
Hepsinden daha sıkıntılı olanı, çağdaş dünyada insan “homo ekonomicus” a
dönüştüğü için, asıl insan; iş gücü sahibi genç yetişkinler olarak algılanmaya
başlandı. Çocuklar ve adolesanlar yetişkin adayı; yaşlılar ise artık iş gücü
vasfını yitirmiş, ölümü bekleyen zavallılar olarak görülmeye başlandı.
Genç veya orta yaşlı yetişkinlerin esas alındığı
toplumda doğal olarak her yaştan insan bu asıl sınıfa ait olmak ve orada kalmak
istiyor. Çocuk ve gençler erkenden erginleşmek istiyor, yaşlılar genç kalmak
için çabalıyor. Herkes yetişkinlik çağının sınırlarından dışlanmak istemiyor.
Bu arada çocuk ve gençler, içlerinde bulundukları
yaşın güzelliğini yaşamaya değil, yetişkinlik çağlarında iyi bir mesleğe ve
gelire sahip olabilmek için çok ders çalışmaya ve sınavlarda başarılı olmaya
yönlendiriliyor. Bu arada gençlerin yaşadığı buhran düşünülmüyor. Oysa insan
demek yetişkin demek değil; çocukluk gençlik ve yaşlılık gibi, geçirilen
dönemlerden yalnızca biri. Belki de yetişkinliğin tek farkı; daha çok
sorumlulukla yüklü bir dönem olması…
Evet gerçek şu ki, çocuk ve gençlerimiz, biz
yetişkinlerden destek bekliyor. Onların bizim yol göstericiliğimize ve
desteğimize ihtiyacı var. Yargılamadan, sıkmadan, onurunu ve güvenini
zedelemeden; onlara yol göstermeliyiz. Hem de kendi kafamızdaki hedefleri
dayatmak değil, “kendilerini en iyi şekilde inşa etmelerini” sağlamak üzere
yardımcı olmalıyız. Çünkü onlar, aşırı anlamlar yüklenen yetişkinliğe doğru
ürkekçe adım atan acemiler…
Ergenlik çağı gerçekten de hayatın en krizli dönemi.
Bu sebeple onları dinlemeyi bilmemiz gerekiyor. Çocuklarımızı anlamak için
onların; bedeninde değişim, duygularında çalkantı, geleceğinde belirsizlik
hissedip heyecanlanan küçük adamlar ve kadınlar olduğunu unutmamak gerekiyor.
Onlar ne kadar bizden kaçıyor gibi görünseler de aslında bize sessizce haykırıyor
ve yardım istiyorlar.
Unutmayın ki onların tüm aksilikleri ve
uyumsuzlukları; ne yapacaklarını bilemedikleri bir sıkıntı içerisinde
olmalarından dolayı bilinçaltı bir yardım çağrısı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder