Kişilik ve karaktere etki eden
unsurlar, daha doğrusu şahsiyete biçim veren etkiler çocukluktan itibaren
başlar, fakat yetişkinliğe doğru son bulmaz, bilakis artarak devam eder. Kötü
aile yaşantısı ve olumsuz koşullar içinde yaşayan çocuklar okuldaki derslerde
başarısızlığa uğramaktadır. Çocuğun yaşam koşullarının, onun başarısına olan
etkisi %70 oranındadır.
Etki
unsurları şunlardır (Beklentiler)
v Sevgi
ve merhamet
v Güven
duygusu
v Kendini
gösterebilme
v Güzel
anı ve hatıralar
Her insan şekil ve şemalini önce
ailesinden alır. Aile insan için “öz”dür. İkincil ve üçüncül
boyutlar olan çevre ve okul, birincil boyut olan aileye
ekstradan ya olumlu ya da olumsuz malzemelerle girer.
Çocuk
kendisinde olan özünü ailesinden aldığı değerlerle ilerilere taşıyıp
geliştirir.
Sevgi Ve Merhamet
Maddi
olanaklar ne kadar olursa olsun özel okul bakım evlerinde yetişen çocuklar
gelişim ve başarı geriliği yaşamaktalar.
Çocuk ailesinden
sevgi ve merhamet bekler. Anne baba bu sevgiyi verirken çocuğun kendisini
sevebilmesini de aşılamalıdır. Zira kendisini sevmesini bilmeyen başkalarını
nasıl sevebilir.
“Eğitim
Konusunda Vasiyetimdir” isimli ve 18 Ocak 1988 tarihli yazısında Aziz Nesin
İstanbul Çatalca’daki Nesin Eğitim Vakfı’ndaki çocukların yetiştirilmesiyle
ilgili bir Türk yazarı olarak önemli ve faydalı yorumlarda bulunuyor:
Nesin Vakfı
çocuklarımın kendilerini sevmelerini, kendilerini severek ve kendilerine değer
vererek yetişmelerini istiyorum.
Gözlemlerime
dayanarak Türk insanının genele yakın bir çoğunlukla birbirlerini sevmedikleri
kanısındayım. Birbirimizi sevmememizin nedeni, kendimizi sevmemiş olmamızdır.
İnsanın kendisini bile sevmeyince, başkalarını sevmesi elbette olanaksızdır.
Toplumsal koşullarımız daha doğumumuzdan başlayarak bizi kendimizi sevdirmemeye
alıştırır. Evimizde, ailemizde, çevremizde, okulumuzda, işimizde hep
küçümsenerek, aşağılanarak kendimizi ve dolayısıyla da başkalarını sevmemeyi
doğal sayarız. Aşağılanmaya tepki olarak aşağılarız, küçümsenmemize tepki
olarak küçümseriz ve böylece, kendimizi sevmediğimiz için başkalarını da
sevmeyiz.
Doğal ve
insancıl olarak insanın kendisini sevmesi, en güzel, en yakışıklı, en güçlü, en
akıllı olduğu ya da öyle olduğunu sandığı için değil, kendisini salt kendisi
olduğu için sevmesi demektir. Tıpkı annemizi dünyanın en güzel, en iyi, en
akıllı kadını olduğu için değil, bizim annemiz olduğu için sevmemiz gibi ve
tıpkı yurdumuzu, vatanımızı, dünyanın en güzel, en iyi, en bakımlı yeri olduğu
için değil, ama salt bizim ülkemiz olduğu için sevmemiz gerektiği gibi…
Kendini
sevmeyen salt başkalarını sevmemekle de kalmıyor, hayvanları, bitkileri,
çiçekleri, bütün canlıları ve bütün doğayı da sevmiyor. Öteden beri bildiğim bu
gerçeği Nesin Vakfı’ndaki işçiler ve çocuklar üzerindeki deneyimlerimden sonra
daha iyi öğrendim. Nesin Vakfında çektiğim sıkıntılardan biri de, sevgisiz
yetişmiş ve sevmek öğretilmemiş, 10 yaşından sonra vakfa gelmiş çocuklarıma
kendilerini, başkalarını ve doğayı sevdirmek için harcadığım çabaların pek de
verimli olmamasıdır. Her çocuğa ayrı yuvalarda tavşanlar, cins tavuklar,
güvercinler, muhabbet kuşları, hatta papağan verdim. Bu hayvanların bakım
sorumluluğunu onlara bıraktım. Daha büyük çocuklara, Romanya’dan büyük parayla
özel olarak getirttiğim Nutriya adlı kemirgen kürk hayvanlarının bakımını
bıraktım. Kendi adlarına yemiş ağacı fidanları diktim. Aynı saksılardaki
çiçeklerin bakım sorununu onlara bıraktım. Yazık ki başarılı olduğumu söyleyemem.
Bunun suçunu elbet salt çocuklara yüklemiyorum. Bu gözlemlerimle sevgisiz
yetişmiş ve sevmeyen çocuklara sevmesini öğretmenin ne zor olduğunu anlatmaya
çalışıyorum. Büyüyen çocuklar, hayvanların bakımını yapıyorlar, ama bunu
sevgiyle değil, görev olarak yapıyorlar. Sevgisiz yapılan görevse angaryadır.
Nesin Vakfı
çocuklarımın kendi aşağılık duygularını tanıyarak onu yenmelerini ve kendi
aşağılık duygularından itici güç olarak yararlanmalarını istiyorum. Aşağılık
duygusu olmayan insan bulunabileceğini sanmıyorum. Hiç aşağılık duygusu
olmadığını savlayan kimi insanlarda pek çok ve değişik aşağılık duyguları
olduğunu gözlemledim. Ne var ki insan kendi aşağılık duygusunu ayrımsayamıyor,
ama birbirimizin aşağılık duygularını anlıyoruz.
Yatılı
okullarda yapılan bir şaka vardır. Uyuyan iki çocuğun yüzlerini renk renk boyar
arkadaşları.
Bu iki
çocuk uyanınca kendi yüzlerini görmeyip başkalarında gördüğü bir şeydir ve o
denli belirgindir ki, herkes neden kendi aşağılık duygusunu ayrımsamıyor diye
birbirine şaşar.
Güven Duygusu Ve Özgüven Duygusu
Kadının
biri, antika eşyaların satıldığı pazarda, altın çerçeveli yağlı boya bir eski
paşa resmi görür. Resimdeki Osmanlı paşasının göğsü madalya ve ödül
nişanlarıyla doludur. Kadın bu resmi satın almak ister, ancak beş yüz lirası
eksik olduğundan tabloyu satın alamaz. Birkaç gün sonra parasını denkleştirip
tabloyu satın almak için tekrar pazara gittiğinde tablonun satılmış olduğunu
görür ve bu duruma üzülür.
Bir gün
sonra bir arkadaşının evine konuk gittiğinde bir de bakar ki, satın alamadığı
yağlı boya resim duvarda asılıdır. Kadın ev sahibine sorar:
— Bu kimin resmi?
Ev sahibi kadın göğüslerini gere gere cevap verir:
— Büyük dedemin resmidir!
Kadın da bu cevap karşısında şöyle konuşur:
—Ne şanssızlık… Dün beş yüz liram daha çıksaydı bu resimdeki
paşa hazretleri benim büyük dedem olacaktı.
Tıpkı
yukarıdaki öyküde olduğu gibi, insanların çoğu savunma aracına ihtiyaç duyar.
Aslında kendi olmadan kendiymiş gibi olma hali bir toplumda yaygınlaşmışsa o
toplumda sağlıklı nesiller yetişmesi beklenemez.
İnsan okuduğu ile değil
yaşadığıyla anlar, erdemli ve bilge insanların yaşadıklarını mürekkep denizine
boşaltmaları, okuyucular için can simidi gibidir. Ezbere okumak, olmayan
özgüvenin ve güvenin, varmış gibi, sadece bilginin köleleştirilmesi şekline
girdiği için, yaşamak ve yaşadıklarından dersler çıkarmak yarının nesillerine
elmas değerindedir. Özellikle anneler özgüven ve düven konusunda çocuklarına
gerçek değerleri aşılamak zorundadır.
İnsanların korunma içgüdüsü
çocuklarına da öylece aktarılabiliyor. Korunma silahı olan zekâ, ailelerde
değişik biçimlerde oluyor. Bazı anne babalar çocuklarını özgüven açısından
fiziksel korunma yollarını öğretirken, bazı anne babalar da makama, kariyere,
paraya, zenginliğe göre korunma yollarının geçerliliğini çocuklarına aşılamaya
çalışıyor. Oysa her anne baba birer bilge şahsiyet olmak zorundadır. Güven ve
özgüven açısından korunma yolları, ruhsal açıdan ahlak ve erdemli olmayı
gerektirmelidir. Çocuk anne babasına güvenmek ister. Onlarda erdemlik arar. Bu
bağlamda çocuğun hayal kırıklığına uğraması onun güven ve özgüven duygusunu
zedeler; önce anne babasına güvenmemeye başlar, sonra da kendi kendine olan
inancını yitirir.
Kendini Gösterebilme
Çocuk özellikle aile içinde iş ve
faaliyetlerden yoksun bırakılmamalıdır. Ders ve öğretim adına pratiğe yönelik
işleri basit görmek çocuğa ket vurur. “Aman çocuğum kırılmasın, yorulmasın,
üzülmesin” şeklindeki yersiz kaygılar çocuğun kendini gösterebilmesini
engeller.
Her Türk çocuğu kişisel gelişim
ve kişisel girişimci olmaya müsaittir. Ancak, anne ve babalar belli başlı yaşam
koşullarında başarısızlığa ve hayal kırıklıklarına uğradıklarında çocuklarını
gerektiği gibi değil kırılan umutları doğrultusunda yönlendirebiliyor.
Babanın gözyaşları annenin şefkatli
parmaklarıyla kurulandığında, çocuk buna şahit olup, nasıl ki kendi etkinliğini
genişletmek için cesaret toplarsa, anne baba tarafından sergilenecek doğru ve
isabetli manüplasyonlar da çocuğun kendini göstermesi yönünde ivme kazanır.
Anne
Babanın Zekâsıyla Çocuğun Zekâsı Arasında Nasıl Bir İlişki Vardır?
Tarlada
aynı toprakla beslenen, aynı suyu alan, aynı güneş ve havayı soluyan ve daha da
önemlisi aynı tohumdan gelen karpuz topluluğu içinde kimi karpuzlar kırmızı ve
tatlıyken neden bazı karpuzlar kelek, beyaz, sarı oluyor. Veya kırmızı karpuzun
bazıları tatsız olurken neden bazı kelek beyaz karpuzlar tatlı oluyor? Oysa
hepsi aynı tohumdan beslenmiş, çoğalmışlardı.
Aristo
yüzyıllar önce, “Doğa insanları bugünkü durumlarına getirirken aralarına derin
ayrılıklar koymuştur.” diyor. Oysa insanlık aynı anne babadan, Âdem ile
Havva’dan çoğalmıştır.
İnsan her
yönüyle farklılık gösteriyor. Kimisi zayıf kimisi atletik. Bazıları dahi,
bazıları normal zekâlı. Bir yanda faziletli insanlar, diğer yanda ahlaksızlar.
Nereden
geliyor bu farklılıklar?
Aynı anne
babadan gelen çocukların bazı fiziksel özellikleri (göz, burun, boy v.s)
benzerlik gösterirken ruhsal ayrılıklar olabiliyor. İçki, kumar, sigara ve gece
hayatına düşkün bir babanın oğlu son derece faziletli olabiliyor, hatta sigara
dahi içmeyebiliyor.
Katılım ve
çevre faktörü konuyu biraz bilgisellik zeminine kaydırdığından bundan sonrası
anne babalar için önemli olup, dikkatle okunmasında fayda var.
Bir
damlacık sperm suyu beraberinde karakteri, kişiliği, sağlığı, ruhsallığı
taşımaktadır. Kime? Elbette ki çocuğa… Bu minicik gösterişsiz hücrede neler yok
ki…
Yüce
kitabımız Kur-an’ı Kerim’de Alâk diye bahsedilen öz su’da (sperm) saç renginin
sarılığı, siyahlığı, kumrallığı, çenenin uzunluğu, burnunun ince kalımlığı,
saçların dökülüp dökülmeyeceği, beyazlayıp beyazlaşmayacağı, dudaklarının
kalınlığı, parmaklarının ince uzunluğu veya kısa kalınlığı, boyun uzunluğu
kısalığı… Ve daha pek çok özellik yaklaşık olarak önceden gizlidir, mevcuttur.
İnsan
türünde 3 gelişim seyri mevcuttur, ve çocuğun başarı durumu bu değişkenliklere
göre sabitleniyor.
v Çevreye
bağlı değişim
v Kalıtıma
bağlı değişim
v Hem
kalıtıma hem çevreye bağlı değişim.
Çocuk Eğit Blog
Çocuk Eğit Blog
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder